27 Kasım 2011 Pazar

AFYONU PATLAMAK

0 yorum
“Sabah namazından sonra namaz kıldığı yerde oturan kimse rızık elde etmek için dünyanın bir ucuna gidenden daha kazançlıdır” ¹hadis-i şerif

Dergimizde bu ay işlediğimiz konu Taassup. Hani bir deyim vardır “zurnanın zırt dediği yer” işte taassup kelimesi benim için tam da öyle bir kelime. Çok küçük yaşlardan beri uzak durma gayretinde olduğum bir kavram çok şükür. Taassuplar, insanların aşılamaz hale getirdikleri, şartlandırıldıkları, yanlış yönlendirilmeye açık hallerinden kaynaklanan bir durum olarak gözükmekte. Buna karşı son derece uyanık olmak gerekir. “Herkes yapıyor, bunu herkes söylüyor” gibi bahaneler arkasına saklanacak hale düşmemek gerekir.

Taassup kelimesi, sözlükte ²Aşırı bağlılık, Körü körüne inanış şeklinde açıklanıyor.
20. Yüzyılda ‘dinine bağlılık’ manasında da kullanılmıştır.
“Haa o mu çok mutasıp bir ailenin çocuğudur, kahveye, maça neyin çıkmaz”
Yıllar önce London’s Director dergisinde bir yazar3ciddi bir şekilde şu iddiayı attı ortaya “Liderlik için ilk gerekli olan şey bugonya şişesi görünümlü yani ‘armut’ biçimi bir kafaya sahip olmaktır” demiştir. Öyle bir kişisel taassup örneği vermiş ki bu konuda zirveyi kimseye kaptırmamıştır. Hatta İngiliz Başbakan Harold Wilson, Napeoleon Bonaparte ve Charles De Gaulle’yi örnek gösteriyor ve şişe görünümlü armut tipi kafa şeklini iş ve politikada başarının anahtarı olarak gösteriyordu.

Sabahın erken saatlerinde bir işyerine gidin, çok azı müstesna satış temsilcilerinin yüzde 90’ında şöyle bir ifade tarzı vardır “adama bak ya sabahın köründe gelmiş, bilgisayar istiyor” veya “kardeşim ayakkabı almak için bu saatte mi gelinir daha afyonum patlamadı.” “Bugün pazartesi sendromu denen bir şey var kardeşim üzerime gelmeyin..” Bu sözleri müşteriye doğrudan söylemeseler de hareketleri ile hissettiriyor veya diğer tezgahtar arkadaşlarına çay, yemek aralarında anlatıyorlar.
Sabahın körü, şeklinde bir ifade kullananlara “elinin körü” dememek için kendimi zor tutuyorum. İnsanların efendisi; sabah namazı vaktini ve hemen sonrasını, dünyanın öbür ucuna kadar yayılmış bir ticaretten daha efdal olduğunu belirtiyor. O ne söylemişse elhak doğrudur. O’nun BEREKETLİDİR dediği saat ancak Sabahın Nuru olur, sabahın körü olmaz. Ancak bunu göremeyenlerin körlüğü olur.
Benim şöyle bir iddiam var yıllarca piyasa tabir edilen iş dünyasından gelen biri olarak. Eğer Türkiye’de işlerin bereketli bir şekilde artmasını istiyorsak berberlerin sabah namazından hemen sonra açılmalarını sağlamalıyız. Neden berberler? Çünkü insanlar sabah erkenden işe gitmek, toplantıya yetişmek veya bir seyahate çıkmak durumundadır. Gün içinde yoğun çalıştığı için, gündüz berbere gidemezler. Akşam geç çıkmış veya yorgunluktan berbere, kuaföre uğrayamamış, uğradıklarını ise genelde dolu bulmuş, bu sebeple eve gidip dinlenmeyi tercih etmiş olabilir. Sabah namazdan hemen sonra semt berberinin açık olduğunu bilse hemen gidip erkenden açıp bereket kazanan bir berber esnaf bulacaktır. Kendi eli yüzü açılacağı gibi esnaf ta sabah bereketi ile para kazanacaktır.


Şöyle düşünelim; hac ibadetinin tamamlanabilmesi için iki mesleğe ihtiyaç var kasap ve berbere. Ömürde bir defa yapılacak bir ibadetin bağlı olduğu iki meslekten biri üzerinden önerme yapıyorum. ‘’Bu ülkede berberleri sabah namazından hemen sonra açarsanız, işlerin daha doğrusu bereketin yüzde 50 arttığına şahit olursunuz.’’diye düşünüyorum. Neden berberleri seçtim örnek olarak umarım daha iyi anlaşılıyor dur.
menşeli olduğunu hemen anlayabileceğimiz bu iki kavram bir araya geldi mi seyrine doyum olmaz. Avrupa, Amerika’da insanlar su nedir bilmez. Haramın her türlüsünü hadsizce tükettiklerinden uyuşuk bir halde sabahlamakta ve sabah onlara kör olmaktadır. Göbek şişmiş, üst baş buruşuk, saat 9.00’da iş yerine gelmiş, kendine bir kahve söylemiş, yanında da bir tane donut (aynı kendisi) onları yiyip bitirir, bir tane de sigara içer, gazetesine (artık facebook’una) bakar, afyonu anca patlar ve saat 11.00 de işe başlar. Bir saat sonra da öğle yemeği vakti gelir. Saat 16.00’da çay molası, iki telefon görüşmesi, bir tane de ziyaretçi geldi mi değme gülüm keten helvası. Gün bitti ama berekette bitti. Evet, bu tipler için sabahın körü vardır, akşamdan kaldıkları için afyonları patlamamıştır, Pazar gece yarılarına kadar ‘vur patlasın çal oynasın’ havalarında oldukları için Pazartesi sendromu yaşarlar.
Anadolu’dan İstanbul’a göç etmiş, memleket evladı kardeşim, sana ne bunlardan. Senin afyonun olmaz ki patlasın. Melekler Allaha iki gün senin hakkında rapor verirlerken sen o günlerde oruç tutmaya gayret edersin, Pazartesi ve Perşembe. Senin nasıl sendromun olur? Olsa olsa Pazartesi Arefen olur, Perşembe Şerefin, Cuma bayramın olur. Melekler seni Rablerine raporlarken hakkında anlatacak söz bulamazlar da yerlerle gökler arası ismin yazılır. Semada komşuların olur.
Taassuplardan arınmış, Zilhiccenin günlerine kavuşmuş olarak Bayramınız mübarek olsun.
Gençdoku/ Aralık 2010


¹ En-Nevevî, el-Ezkâr, sh. 70-71. el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/104-107.)
² D.Mehmet Doğan: ‘Büyük Türkçe Sözlük’
3 John Bayre

21 Kasım 2011 Pazartesi

Pazarcı kadının imanı

0 yorum
“Sabah aç mide ile ayrılan kuşlar akşama kursakları dolu olarak yuvaya döner”

Gelişmiş elektronik cihaz toptan satışı şirketimizin bir de perakende mağazası bulunmaktaydı. Haftada bir mağazaya uğradığım aynı gün semt pazarı bizim mağazanın tam önünde kurulurdu. Pazar tezgahı açan bir ablanın sarf ettiği cümle, ticari hayatımda hiç unutmadığım bir ders oldu bana.

Her hafta gelip bizim perakende bölümünden kontör, CD-DVD, hafıza kartı vs. gibi alışveriş yapan bu hanımefendi sabah erkenden dükkana girdi ve doğruca yeni gelen cep telefonu modellerinin olduğu vitrine yöneldi. Beğendiği bir modeli gösterdi ve fiyatını sordu. Devamlı müşteri olduğu için tezgâhtar arkadaş “Size şu fiyattan yaparız” şeklinde kolaylık gösterdi. Bayan müşteri telefonu beğendi ve şöyle dedi:
“Şu an üzerimde o kadar yok, ben tezgahı açayım, öğlen saat 2 gibi gelip alırım”

Şu inanca bakın ne kadar net: Tezgah açayım iş yaparım. Şu Saate kadar yeterince kazanırım. Kadın bunları söylediğinde Harun Reşit zamanında yaşanmış şu hikâye aklıma geldi;

Meşhur âlimlerden biri yanında yüzlerce talebe, binlerce mürid ve kalabalık bir seven kitlesi ile şehrin merkezine gelmiş. Büyük kalabalığı gören bir nine
“Allah Allah, bu ne kalabalık böyle” deyivermiş. Nineyi duyan bir mürid:
--Teyzecim, bu evliyadan-Allah dostlarından-meşhur falanca kişidir. Demiş.
“Peki onu bu denli meşhur eden nedir”
--Efendim o Allah Teâlâ’nın varlığı hakkında 1001 tane delil ortaya koymuştur.
Teyze gülerek
“Eğer onun 1001 tane şüphesi olmasaydı, 1001 delile ihtiyacı olmazdı. Ben hiçbir delile ihtiyaç duymadan Alemlerin Rabbi olan Allah’a iman ediyorum”

Bu söz alime ulaştı ve alimin çok hoşuna gitti. Tebessüm ederek ellerini açtı:
Allahım senden şu ihtiyar kadının imanı gibi bir iman ve kalp safiyeti istiyorum. Diye dua etti ve etrafındakilere “Dininizi çok iyi araştırın, öğrenin ama bu nine gibi ancak saf bir gönülle Allaha iman edin” Geçmişte yaşamış ihtiyar kadının kalbinin safiyeti, günümüzde yaşayan pazarcı kadın
ile ne kadar örtüşüyor dikkat ettiniz mi?

Ben bu pazarcı kadından büyük ders aldım. Dilerim ki ticaretle uğraşan herkes bu tip dersleri kaçırmasın. Hud suresinde Allah Teala “Rızkın kefili” olduğunu belirtiyor. Yok şu kurs, yok bu kurs, şu kadar puan, şöyle krediler, sınavlar, quizler vs.

Belki bu prensipten haberi bile olmayan pazarcı kadın, Errizku Alallah (Rızk Allah’tandır) cümlesinin adeta yaşayan bir hali gibiydi. Kelimeyle Kavramak köşemizde böyle bir dersi neden anlatma ihtiyacı duyduk.
Öyle ya bu köşe kelime ve kavramların yanlış kullanıldığı yerleri tespitle durumu düzeltmeye yönelik tavsiyelerde bulunur. “Oku” emri geldiği gibi “Kalk, elbiseni düzelt ve anlat” emri de geldi. Ayağa kalk, donanımlı ol, kılık kıyafetin düzgün olsun ve anlat. Kelime ve kavramları yerli yerinde kullan. Özetle OKU ve ANLAT.
En güzelini okuduğuna göre, anlatırken de en güzel sözcüklerle anlatman gerekir.

Pek çok alim ve hoca efendi tarafından iman kelimesinin hep yanlış kullanıldığı örnekleri duyduk dinledik. Ben de biri geçmişte ve biri de günümüzde yaşanmış iki anekdot üzerinden iman kelimesinin isabetli kullanıldığı örnekleri göstermek istedim.

Çok güzel bir iş yapan sahabeye; Efendimiz Aleyhisselam “dile benden ne dilersen” kabilinden bir şey söyleyince sahabe de uyanık fırsatı kaçırmıyor “Ya Rasulullah dua edin de cennete gireyim” der. Efendimiz de “tamam ama bir şartla, sende secdelerinle bana yardım edeceksin” buyururlar.

Sahabe kalitesinde bir iman ve ahlak sahibine dahi Peygamber tavsiyesi “secdeler”.
Peygamber duasının insanı cennete sokacağına inanırız. Ancak cennete aday olan kişi de “Peygamber duası almış biri nasıl gayret eder ”düşüncesi ile hareket etmelidir.

Peygamber olmak ve sahabe olmak kıyamete kadar mümkün olmayan bir iştir. Ancak kalp safiyetine sahipseniz, pazarcı kadın bile olsanız, “Allahım şu yaşlı kadının kalp safiyeti ile iman ettiği gibi iman etmek istiyorum” şeklinde Alimlerin gıpta ettiği bir seviyeyi yakalayabilirsiniz.

yavuz selim taştekne
editor@tahlilyayinlari.com

11 Kasım 2011 Cuma

Moralinizi 2 Dakikada düzeltebilirim

0 yorum
İki Dakikada Moral Düzeltmek


Türkiye’de özel radyo yayıncılığı başladığında; Hadisi Şerifler ve Muhammed Kutup'tan iktibaslar ile hazırladığım “Entelektüel Sayfa”
isimli bir program yapıyordum. Program hitamında santral görevlisi
“Sizden bir istek var” deyip ahizeyi elime tutuşturdu:
-Efendim
''Hocam iyi akşamlar''
-Size de iyi akşamlar.
''Bir isteğim olacak, çalarsanız çok sevinirim.''
-Ben az evvel programımı tamamladım, hem benim programımda müzik yok.
''Ne olur, bir parça istiyorum sizden''
Çok ısrarlıydı ve beni de anlamıyor gibiydi. Daha fazla ısrar etmesine de gönlüm razı olmamıştı açıkçası.
-Nedir isteğiniz,
''Hocam hani böyle güzel şeylerden bahsetmişken, Müslüm Gürses’ten 'Cennet Bahçelerini'
-!...

2007'de küresel krizin zirve yaptığı, iflas eden küresel şirketlerin (GM), kapanan kentlerin (Detroit), batan bankaların, işten çıkarmaların yoğun olduğu bir dönemdi. Parası olan olmayan, iş durumu düzgün veya değil herkes büyük kriz, orijinal ismi ile ‘küresel kriz ’den bahisle suratı düşmüş bir haldeydi.

Sabahları otobüste, dolmuşta, vapurda gülen neşeli insan nerdeyse yoktu.
Medyanın da propagandası ile toplum moral çöküntüsü yaşıyordu. Programlarımızı izleyenleri bir salon da toplamış ve onlara motivasyon konuşması yapmam istenmişti kanal yöneticileri tarafından.
Karşımda yaklaşık 200 kişilik bir grup vardı. Sahneye ismim anons edildi.
Ve büyük bir canlılık ile çıktım;
“Merhabalar, nasılsınız”
......
ama kimseden tık yok. Yıllarca sahne tecrübesi olan biri olarak hiçte alışık olmadığım bir karşılık-sız-lık.
Sadece birkaç cılız alkış hepsi bu.

“Moraller bozuk galiba” dedim ve devam ettim.
“Açık yüreklilikle cevap lütfen kimlerin morali bozuk, elleri görebilir miyim”
Nerdeyse salondaki tüm eller kalktı. Teşhis doğru insanların morali bozuk
ya da öyle şartlandırılmışlar.
“Şimdi beni gerçekten iyi dinlerseniz, hepinizin moralini iki dakikada düzeltebilirim”
Tabi bu iddia hemen karşılık buldu ve herkes dikkatlerini sahneye çevirdi.
“Anlaşılan moraller bozuk. Peki, ama moral ne?
-Motivasyon, diye seslendi biri, bir başkası -Neşe, Eğlence, hatta biri
-Para bile dedi büyük bir heyecanla.

Herkesin gözleri açılmış ve tam istediğim gibi salonla sahne iletişimi kurulmaya başlamıştı.
''Evet, bunların hepsi moral için geçerli, ama tam karşılığı değil.
Radyolarda yıllarca program yapmış biri olarak bazı kelimelerde takardım.
Moral de bunlardan biri. Moral aslında Türkçe bir kelime değil biliyor musunuz?
Pek çok kişi ''Ne acaba'' der gibi bakıyordu.
Sahne-seyirci teması artık tam kurulmuştu.
Fransızcadan Türkçemize geçmiş bir kelime ve manası ne ? herkes meraklı gözlerle bakıyordu, ve cevabı verdim; ''Ahlak, evet Fransızca karşılığı Ahlak demek.
Şimdi Adama soruyorsun
Nasılsın? diyor ki 'moralim bozuk'
''vay ahlaksız.''
Salon da gülüşmeler başlamıştı. Anlaşılan program tam da istediğim gibi interaktif olacaktı ve beni dinlemeye artık hazırdılar.
''Peki, söyleyin bakalım, şimdi kimin morali yüksek?
Salonda bütün eller kalktı ve çok heyecanlı bir şekilde alkış başladı.
İki dakika dolmadan herkesin moralini gerçekten düzeltmiştim.
**** ***** ****
Eminim bu satırları okuyan sizlerin de neşelenmesini sağlamışımdır.
hem de kaç yıl öncesinden. İki dakika ile anlık streslerden, günlük yoğunluktan ve geçici krizlerden kurtulabiliyorsunuz.

Peki, bir ömür ilimle dolu tecrübelerden istifade ettiğinizde neler olabilir hiç düşündünüz mü?
Pek çok Vakıf, dernek, şirket kurucularını, Radyo/Tv program ve dergi yayıncısı gençleri yetiştiren Nureddin Yıldız hocamızı takip etmenizi isterim.
Az evvel öğrencilerinden birini okuyarak iki dakikada morallerinizi düzelttiniz.
Talebe bunları yapabiliyorsa hocasını tahayyül ediniz.

www.sosyaldoku.com
www.tahlilyayinlari.com
http://hayatrehberi.sosyaldoku.com/
www.fetvameclisi.com
 

Tercihler

0 yorum
Tercihler
‘Altın veya teneke tercih etmek’ diye bir deyim yoktur. Çünkü herhangi bir kişiye ‘Altın mı tercih edersin teneke mi’ şeklinde bir soru tevdi etseniz alacağınız cevabın ne olacağı yüzde yüz oranında kesinlik ifade etmektedir.

Peki öyle ise neden bazı insanlar altın bir tutum sergiler iken bazıları içi boş tenekeden öteye geçmez işler peşindedir. Cevabın bir kısmı basit; tercih meselesi. Diğer önemli bir kısmı ise fıtrat ve kader gibi derin mevzuları gerektirmekte olduğundan, bu satırların yazarı böyle derin mevzuları kıvırmaktan varestedir. Ancak tercih meselesi ile ilgili kalem oynatacağımız büyük bir sahanın bulunduğunu da görmezden gelemeyiz. Peki, insanların tercihlerini yönlendiren etkiler nelerdir? Esas cevap verilmesi gereken sorulardan biri de budur. Cevap ararken Fatihalar okuyarak yakın geçmişimizden bir şehidin sözlerinden örnek verelim teberrüken.

“Ey İzm’ler: Kapitalizm, Sosyalizm, Faşizm, Sekülerizm…. Hepsi de Avrupalı
tercihler.Başkalarının rüyalarını, hezeyanlarını sayıklıyoruz. Hepsi çare bulunmamış davaların
haykırışıyla dolu. Ama ortada ‘deva’ yok. Dert çok hemdert yok.” Diyen Cemil Meriç geliyor
aklıma. Ortaya atılmışlar Refah Devleti, Özgürlükçü Demokrasi, Eşitlik-İnsan Hakları… Hepsi,
hepsi laf.. Nerede yetiştirdiğin insan tipi, Ömer, Osman, Ali nerde göster. Bir İbrahim Ethem,
Yunus, Osman Gazi, Nene Hatun göster, yok. Ama devlete ekonomiye yol gösteren laf
salatalarıyla dolu kitapların çok. Hani Asr-ı Saadetin? İnsanoğluna 10 yıl saadet verdiğin bir
dönem göster! Yok! Ama laf salatan çok. İnsan cebindeki ile var. İnsan fabrikada dişli,
üretimde sadece bir ‘araç’ Materyalist sözlükler ölümü “organizmanın çürüyerek
dağılışı”yapmış. Çöken binada ölenler için devlet memuru sağlık görevlisi “3 kişi ex çıktı bu
kattan” diyor. İnsan ex olur mu? Mal ex olur. Yok olmamayı, ebedileşmeyi anlatacak sözler
gerek! Heyhat! Orada bile laf salatası ‘sonum hiçlik’ diyorsun. Necip Fazıl diyor ki “âlemin
küfre göre hem başı hem sonu hiç, iki hiç arasında varlık olurmu ki hiç” Bu ideolojik tercihlerle
Batı insana ne verdi, asıl kendi tercihi HİÇ”

Senelerdir Batılılaşma macerasını yaşıyoruz. Her fikir Avrupa patentli. Politikacısı da,
kumaşı da, modası da, Nobel adayı da Batı’dan icazet arıyor. Avrupa’dan gelen her fırtınaya,
hastalığa kapılarımız açık. Liberalizmi bu bünye çıkarmadı, ferdiyetçi hukuku da bu medeniyet
imal etmedi. Batı’dan transfer ve montaj suretiyle aldık; aynen onun gibi Marksizm de
Liberalizm’in karşıtı gibi görünse de batıcı düşüncedir. Bütün bu izmlerin muhasebesini
yaparak ve ıskartaya çıkaracak MEDENİYETİMİZİ tanıyarak gençlerimizin tercih etmesini
sağlamak zorundayız. Yoksa gençlerimiz kapitalizmi veya marksizmi tercih ederek mal bulmuş
mağribi gibi sarılır ve yeni yalanlar uğruna bir nesil daha heba ederiz. Sedat Yenigün¹

Tercihleri belirleyen etmenler üzerine bir şehidin tespitlerini ve çözüm önerisini gördük. O kadar net tespitler ki, bugün hangi mevkutede yayınlansa otuz sene öncesinden bir ses olduğunu kimse anlamaz herhalde.
Günümüzden bir alıntı ile devam edelim, tercihleri etkileyen etmenleri aramaya.

Bir amaç, bir hedef veya bir dava adına yola çıkan bir takım ve takım kaptanını düşünün. Belirlenen vizyona sımsıkı bağlı, hedeflerinden asla şaşmayan liderlerini karşılıksız destekleyip, onu kendilerine tercih eden takım arkadaşlarını hayal edin. Kaptan belli noktalara gelinceye kadar yağmurda, çamurda hep arkadaşları ıslanmıştı. Yıllarca “en büyük derbiye hazırlanıyoruz. Bu maçın galibi bin yıl unutulmayacak, rakibimiz çok büyük, ama bizim de inancımız var. Korkmayın zafer bizimle” retoriği ile sonuçta kazanılacak zafer için her türlü zorluğa, yokluğa, sıkıntıya katlanma şuurunu kardeşler topluluğuna ifade şekli oldukça heyecan vericidir. Takımın dinamizmi bu heyecanla coşar. Çünkü takımın gücünü liderin enerjisi belirler. Hal böyle iken, yaşanılan küçük bir mağlubiyet sebebi ile, çok büyük olan rakip takımın kırmızı halıları, sarayları, sınırsız imkanları gözleri kamaştırmış ve kaptan zafer şarkılarını ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ diye transfer olduğu yeni takımı ile söylemeyi tercih etmiştir.²
Daha pek çok örnek saymak mümkündür. Bu yazıda özellikle fikir-ideoloji ve makam-mevki seçeneklerinin tercihler üzerindeki etkisini göstermek istedik. Gençlik yıllarının sınırında dolaşan bir yazar olarak, bir gençlik dergisinde gençleri en çok etkileyen iki noktanın fikir(ler) ve makam(lar) olduğunu çok konuşabiliriz. Dolayısı ile “iki saat beni Taksim meydanında konuştursunlar, sonra isterse assınlar. Ben bu davaya başımı koydum” veya “Gençliğimiz bu davada geçti, dört davalı genç sırtında makbere gideyim makam olarak yeter bana” teranelerine gençlerin kanmaması lazım. Müteaddit defalar gördük ki Ali bin ebi talip radyallahu anhın sözü geçerliliğini korumaya devam edecektir. İlmin kapısı şöyle buyurmuştu bir konuşmasında “Zalimin en büyük yardımcısı mazlumlardır.” Anadolu insanı bu sözü şu şekilde içselleştirmiş “Sen eşek olursan semer vuran çok olur.” Öyle ise tercih yaparken bize altın gibi gözükenlerin teneke çıkması veya bize adam gibi davrananların eşek yerine koyma olasılıklarının çok yüksek olduğunu görürüz. Bir ‘şey’ olmaya adanırsak, bu hırsımızın bizi sonuçta semer altına götüreceği açıktır. Biz zaten bir ‘şey’iz “Ahsen-i takvim” veya dağların yüklenemediği “Mukaddes yükün hamallığı”3 Mühim olan geldiğimiz veya gelmek istediğimiz yer değil, geldiğimiz yerden neler yapabileceğimizdir. Ceplerimiz tercihlerimizi belirler ise semerin içinde yüklü olan kitaplar kadar değerli işleri tercih etmiş oluruz. Ama tercihlerimizi belirlerken doğru beslenme kaynakları bulursak şahadeti, oyun ve eğlenceye tercih etmiş ve bunu da gençliği, canı ve kanı ile ispat etmiş olan Şehit Sedat Yenigün’ü önümüzde bir müjdeci olarak görürüz (inşallah)
7 yaşında başlayan ilköğretim 8 yıl, lise 4, üniversite 4 askerlik 1 yıl diye toplasak 24 yıl sonunda elimize geçecek bir A4 parçası için çok büyük bir bedel ödenmiş ve henüz karşılık alınmamış bir noktada bulunmak tercih edilmemeli diye düşünüyoruz. Sadece diploma üzerinde yazacak bir titr için olağanüstü büyük ve asla geri alınamayacak bir bedel. Öyle ise, varmak değil yapmak önemli. Kim ve ney olduğundan çok, ne işe yaradığın önemli. İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır4. “insanları ve cinleri kulluk-ibadet yapsınlar” diye yaratan Allahın emrini kulluk sisteminde kalsınlar şeklinde düşündüğümüzde, başkaları için yaşamak, başkalarının getirdiği makamdan, şehit ile semer arasındaki kadar büyük bir farkı işaret etmektedir. Esas olan altın veya tenekeyi tercih etmek değildir. Esas olan ne yapmayı tercih ettiğimizdir. Tutum geliştirmek buna diyoruz. Ana babamı, rengimi, ırkımı, doğum yerimi seçemiyorum. Bu alanlar tercihime kapalı. Ailemin, maddiyatımın veya kardeşlerimin yardımı ile bir yerlere gelebilirim ama mühim olan geldiğim yer değil geldiğim yerde neler yaptığımdır. İşte bunu tercih edebilirim. Buna göre de ALTIN veya TENEKE olarak tercihim değerlendirmeye açık olacaktır. Her yeni gün güneş yeni umutlar ile tekrar doğmaktadır. Siz yaptığınız tercihe göre değerlendirileceksiniz. İnsanların sizi değerlendirmesi mi, yoksa sizin hayatınızı kendi tercihlerinizin mi yönlendirmesini istiyorsunuz, karar sizin.

Yavuz Selim Taştekne

Dipnotlar:
¹ Bir şehidin notları-1950-1980/Sedat Yenigün-inkılab
²Değişen sahne ve değiş(mey)en aktörler/M. İstanbullu 2004
3 İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal./N.Fazıl Kısakürek
4 Hadis-i Şerif / Buhari-Müslim

insan öz

0 yorum
İnsan; özü itibari ile iyi, güzel, hoş, faydalı ve doğruyu görmek ister.
Bu, kendi doğruları olabildiği gibi sevdiceği, patronu, ebeveyni veya referans aldığı bir düşüncenin doğruları da olabilir. Büyüklerimiz ‘kalp gözü ile görenlerden-erenlerden’ bahsederken bu ifadelerini şu güzel söz ile tekid ederler:
“Mümin feraset sahibidir. O, Allah’ın nuru ile bakar.”

Müminlik; görmediği halde görüyormuş gibi inanmaya verilen paye. “Görmediğinde Allah’ın nuru ile bakan kimse, gördüğünde nasıl olur?” şeklinde bir soru tevcih edildiğinde, gördüklerinden emin olduğu kabul edildiğinden, ağzından çıkan söz asla boş değildir.
Sözüne itibar edilir. Mümin, muteber sözler sarf eden kişidir.Efendimiz Aleyhisselatuvesselam: “İşin başı İslam’dır, direği namaz, zirvesi ise cihaddır. Bütün bunların anahtarını söyleyeyim mi?” diyerek, iki parmağı ile dilini tutar gibi göstererek, “Tüm bunların anahtarı da dilini tutmaktır.” buyurmuştur. İki et parçasına sahip olana verilen cennet garantisinin yüzde ellisi dili tutmaktan geçmektedir.Bir Akhisar sokağında 30-40 sene öncesinde çocuklar arasında geçen konuşma:
- Mırat, mısırdan bana da getcen mi?
- Getcem tabi.
- Söz mü len?
- Hemi de erkek sözü!

Çocukluk yıllarında ağızdan çıkanların çoğu boş konuşma. Bugünkü tabirle lakırdı. Ama “söz, hem de erkek sözü” şeklinde ifade edilince asla geri dönemeyeceğin bir senet olurdu. Gözümüze sahip çıkıp, inandıklarımızı görmek ile müminliğimiz için önemli bir seviyeyi yakalayabiliriz. Dilimize, sözümüze sahip çıkmak ile de zirvesi cihad olan bir işin anahtarını elimizde tutmamız mümkündür. Ağzımızdan çıkanlara sahip olup, yerine getirmek için Müslüman olmamız yeterlidir. “Ben öyle söyledim; ama söz vermedim ki.” şeklinde bir ifade, insan için 30-40 sene öncesinde kalmış çocukça bir bahanedir. İnsan, çocuklara gelecekte varacağı yeri gösterebilmenin adıdır. Evet, hepimiz çocuktuk. Ama bir ömür çocuk kalmanın gereği yoktur.İnsan, 40 yaşında vahye muhatap olma olgunluğuna ulaşmanın ismidir. Sözün en güzeli insana kırk yaşında iken vahyedilmektedir. Ve sözlerin en güzelini vahye muhatap olanların en sevgilisinden duyduk 14 asır önce: “Oku! Yaradan Rabb’inin adı ile oku!”Tabiî, duymayanlar ve duymak istemeyenler de oldu. Hatta kulaklarına tıkaçlar yaptılar. Ve Beytullah’a tazime gelenleri uyardılar: “Kulaklarını tıka, onu dinleme, gençlerimizi etkiliyor, seni de etkilemesin.”Ancak onun sözü öyle tesirliydi ki kadın, erkek, çocuk, her kesimden insanı etkiliyor, kulaklardaki tıkaçları aşıp öze ulaşıyordu. İnsanın özüne, yani gönle.Bugün söz söyleme sırası bizlerde. Kulaklardaki tıkaçlardan başka -moda tabirle- dezenformatik pek çok enstrüman var, sözün ulaşmasını engelleyecek. İnternet, tv, futbol, kariyer ve diploma kursları gibi. Her engeli aşmanın bir yolu ve her yılanı deliğinden çıkaracak bir sözü olan insan, özü de bulmuş insandır. En azından bulma çabası olandır. Taşıdığı mesajı ulaştıracağı bir toplum, o toplum içinden seçeceği kardeşleri ve ekibi olmalıdır. Ki iyilikleri emredip kötülükleri yasaklayabilsin. Emir ve yasaklar içinse riyaseti olmalıdır.Artık kült olmuş bir söz vardır: “Kral olunmaz, kral doğulur.” Doğrudur. Bu söz; padişah, sultan, emirler ve patronlar için de geçerlidir. İnsanın özüne yakışan ise patronluk değil, liderliktir. Ama liderlik -reislik- ise doğum ile olmaz, çaba ile olur. Kavmine emreden değil, hizmet edendir reis. Arkadaşı bir taş bağlarken karnına iki taş bağlamanın adı da aynıdır. Attığı her adımı, yaptığı her işi ve her sözü salt bugün için değil, gelecekteki tezahürlerini de düşünerek sarf eder. Feraset bunu gerektirir. Ancak ferasetin gelmesini beklemek beyhudedir, asıl olan feraset sahibi bir tutum geliştirerek hareket etmektir.

Ferasetli bakışa sahip olmanın bir şekli de göze sahip olmaktır. Görmemiz ve görmememiz gerekenler arasındaki dengeyi kurabildiğimizde söylememiz gerekenler ile söylemememiz gerekenler arasında da güçlü bir denge kurabiliriz. Bu fonetik yapı hayırlara motor ve şerlere fren olacak sözümüzü özlere ulaştırabilir.Çünkü insan vahye muhatap oldu. Çünkü gerçekten taşınması zor bir yüke talip oldu. Bunu iletebilmek için emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmalı, hikmet ve güzel sözle hitap etmeliyiz. “Sesimiz değil, sözümüz güçlü olmalı, çünkü taneleri besleyen yağmurlardır, gök gürültüleri değil.”
İşin özü de budur.

Yavuz Selim Taştekne
ystanbul@msn.com

Jazakallahu Khayr